Kamuran Elbeyoğlu, Felsefeciler Kongresi'ne katıldı
Muğla, İkinci Uluslararası Kadın Felsefeciler Kongresi'ne ev sahipliği yaptı. Kongre'ye Uzun dönem ABD'de çalışmalar gerçekleştiren Toros Üniversitesi Öğretim Üyesi ve İzmir Büyükşehir Belediyesi Sosyal Hizmetler Uzmanı Prof. Dr. Kamuran Elbeyoğlu ve Prof. Dr. Hatice Nur Erkızan katılım gösterdi.
Sıtkı Koçman Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezi’nde gerçekleşen Kongre’yi, Prof. Dr. Hatice Nur Erkızan düzenledi. Erkızan kongrenin açılış konuşmasında, klasik olarak bilindiği gibi felsefenin sadece binlerce yılın tozlu sayfalarında aranması gereken dogmalar yığını olmadığını dile getirerek, “Eğer onları biz kadın felsefeciler özellikle doğru analiz eder, günümüze uyarlarsak, felsefeyi ezbercilikten kurtarıp gençlerimizin ve tüm toplumun yarınlarının rehberi haline dönüştürebiliriz” dedi.
Prof. Dr. Kamuran Elbeyoğlu, “İnsan Merkezcilikten Doğa Merkezciliğe” başlıklı sunumunu katılımcılarla paylaştı. Elbeyoğlu sunumunda, modern çağ ile birlikte ekonomik eşitsizliğe dayalı tabakalaşmanın yaşandığına dikkat çekti. İnsanlık tarihinde ikinci büyük aşamanın, 18. yüzyılda buharlı makinaların icadıyla belirlenen endüstri devrimi olduğunu bildiren Elbeyoğlu, 18. yüzyıldan yaklaşık 20. yüzyılın sonlarına kadar süren bu dönemin, makinaların insan hayatına girdiği, insanın büyük ölçüde tarımsal faaliyetten uzaklaşarak hizmet ve mal üreticisi haline geldiği bir dönem olduğunu kaydetti. Sanayileşmenin, sanayi devrimi yoluyla teşvik edilmesini sağlayan ve seri üretime geçen Endüstri toplumunun, toplum 3.0 aşaması olduğu bilgisini paylaşan Elbeyoğlu, bu dönemin aynı zamanda bugün bildiğimiz anlamıyla ekonomik eşitsizliğe dayalı tabakalaşma, yani sınıf sisteminin ve kapitalizmin ortaya çıktığı dönem olduğunu ve modern çağın başlangıçlarına tekabül ettiğini dile getirdi.
“BİR YARDIMCI OLARAK ALGILANMALI”
Elbeyoğlu sunumunun devamında, devrimlerin evrenin bileşenlerini tehdit etmemesi gerektiğini vurguladı. 20. yüzyılın sonlarında başlayıp hali hazırda bütün hayatımızı kuşatarak mevcut topluluk biçimini kökten değiştirecek köklü bir devrim niteliğinde olan üçüncü büyük devrimin ve bununla bağlantılı yeni bir toplum biçimi enformasyonun (bilgi) devrimi ve toplumu olduğunu ifade eden Elbeyoğlu, toplum 5.0’ın, “teknoloji toplumlar tarafından bir tehdit olarak değil, bir yardımcı olarak algılanmalı” inancına dayanan bir ekonomi ve sosyoloji devrimini öngördüğünü söyledi. Prof. Dr. Elbeyoğlu, “Asıl amacı, son teknolojilerin derin entegrasyonunu sağlayarak sosyal ve ekonomik sorunların üstesinden gelmek olan toplum 5.0, her ne kadar insanı merkeze koyan bir anlayış olsa da insanın en üst düzeyde yararının doğanın bugün olduğu gibi tamamen insan yararına sömürülmesi ile sağlanamayacağı açıktır” diye açıkladı.
Sağlıklı bir feminist kimliğinin, sağlıklı bir kişisel kimlik gibi özeleştiri ve kendini olumlama arasında iyi bir denge kurması gerektiğine vurgu yapan Elbeyoğlu, hem kadının hem de doğanın eleştirel bir şekilde yeniden kurgulanmasının hem kadın doğa kimliğini hem de doğayı edilgen bir şekilde inşa etme dilini değiştirerek hem kadına hem de doğaya yönelimsellik ve etkenlik kazandırmanın mümkün olacağını söyledi. Elbeyoğlu, devamında şu cümleleri kurdu:
“Dünyanın ötekilerine karşı yönelimsel bir tavır benimsemek, ötekini anlamaya ve onu sömürgeleştirmeksizin, metalaştırmaksızın, evcilleştirmeksizin, yalnızca kendi türümüzün veya kendi kimliğimizin imgelerini ve kendi ihtiyaçlarımızı ona yansıtmaksızın onunla karşılıklı ve destekleyici bir alışveriş potansiyelini mümkün kılar. Ötekilere saygı, onları asimile etmeyi ve kendi değerlerine indirgemeyi değil, onların ayrılığını ve farklılığını tanımayı, yani onları uygun şekillerde bireyleştirmeyi içerir. Böylesi bir karşılıklılık ilişkisi içinde, ikiciliği aşarak, demokratik bir kültür yaratmak, sömürgeci ilişkileri sonlandırmak ve doğanın bütün bileşenleriyle ortak varoluşu oluşturmanın etik bir temelini bulmak mümkündür. Karşılıklı bir benlik tasarımında dünyanın kültürel ve biyolojik çeşitliliği bir zenginlik olarak değer kazanacak ve doğa ile insanın bütünlüğü içinde olumlayıcı bir diyalog mümkün olacaktır.”